İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, 71 yıl önce Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul ve ilan edilmiştir. ‘İnsanca yaşama’ hakkının sınırlarını belirleyen beyannameye rağmen, ne yazık ki, emeğin sömürülmesine, haksızlıkların sürmesine, kanın akmasına, masumların öldürülmesine, insanların yerinden yurdundan edilmesine engel olunamamıştır.
‘İnsan hakları’ bütün bir insanlık bilincinin kendisi için kendisini merkeze alarak ürettiği en temel ve kapsayıcı değerdir. Evrensel insan hakları, zaman, mekân, kültür, inanç sınırı olmaksızın herkes, her millet için gerekli ve geçerlidir. İnsan haklarına saygı ve riayet, medeniyet ölçüsünü ve seviyesini göstermektedir. İnsan haklarını değerli kılan, insan yaradılışı ve onurudur. İnsan, haklarına doğuştan ve kendiliğinden sahiptir. İnsan onuruna saygısı olan her devlet, her kurum, her kişi bu haklara hassasiyet göstermek, kullanılmasını kolaylaştırmak ve desteklemek zorundadır.
Yaradılış ve medeniyet değerine vurgu yapmamız, insan haklarının yasal düzenlemeye bağlı olmaksızın korunması gerektiği sebebiyledir. Doğrudan insan olmakla elde ettiğimiz bu haklar, yasal gerekçe ve güvenceyle var değildir, aynı şekilde yasal gerekçelerle de yok edilemez, edilmemelidir. Yok etme ve yok sayma, ancak bir insanın ve kurumun kendi anlam ve hakikatini kaybetmesi, başka bir ifadeyle değer, itibar, şeref ve haysiyetini yitirmesiyle mümkündür.
Özgürlükçü siyaset teorisine göre insan haklarını korumak, devletin varoluş nedenlerinin başında gelmektedir. Devletler, hak ve özgürlükleri esas alarak koruyan, hak gasplarını sıra dışı ve suç kabul eden yasal dayanaklarla meşruiyet kazanmaktadır. Hukuk toplumu, haklara dayanmak, hakları referans almak zorundadır. Bireyden ulusa, uluslararası ilişkilere kadar hukukun temel önceliği hakları korumak, insanı yaşatmaktır. Böyle olmakla birlikte, özellikle emperyalist devletler, gerçek ve samimi manada haklara önem vermemektedir. Hatta küresel egemenlik ve sömürü savaşında, temel hak ve hürriyetleri kötüye kullanmıştır, kullanmaya devam ediyorlar. Hak kelimesini sadece kendi siyasi, ideolojik, ekonomik çıkarları için maske olarak kullanan emperyalist güçler, tarihte eşi görülmedik hak ihlallerine, soykırımlara, sürgünlere, yakıp yıkmalara, başkalarını yok ederek var olmaya yönelmiştir.
Modern dünyada insan haklarına dayalı sevgi, saygı ve anlayış öncelikli bir hayatın kültüre dönüşememesinin asıl sebebi, bu konuları askeri müdahalenin de gerekçesi olacak şekilde siyasi veya ideolojik enstrümana dönüştürmekten geri durmayan samimiyetsizliktir. İnsan hakları, hukuk ve yaptırım gücünün teminatı altında değilse, parlatılmış sözden ve söylemden öteye gitmez, bir değer ve anlam ifade etmez. Birilerinin daha fazla refah ve maddi kazancı için hayat hakkı başta olmak üzere, milyonlarca insanın hakkı gasbedilmektedir. Bunun örneklerini dünyanın dört bir yanında gördük, görüyoruz.
Avrupa’nın ortasındaki Bosna-Hersek’te masum insanlar öldürüldü, toplu katliamlara maruz kaldı. Filistin’de işgal sürüyor, insanlar sürgün ediliyor, hayat hakkı dâhil her şeyden mahrum bir şekilde direniyorlar. Suriye’de petrol kuyularının dışında hiçbir şeyin kıymeti yok, Türkiye dışında kucak açan, hak gözeten neredeyse kimse yok. Doğu Türkistan’da sistematik bir soykırım uygulanıyor, kardeşlerimize akla hayale gelmedik işkenceler yapılıyor. Mısır’da darbeciler masum insanların kalemini kırıyor, işkenceler yapıp dünyanın gözünün içine baka baka idam sehpaları kuruyor. Arakan’da zulüm tam gaz sürüyor. Yemen’de halk açlık ve yoksulluğun pençesinde can çekişiyor. Latin Amerika’da darbeler yapılıyor, halkın seçtiği liderler devriliyor. Afrika, emperyalistler yüzünden makûs talihini yenmenin mücadelesini veriyor. Emperyal devletler binbir türlü maskeyle ve medyalarıyla bunları örtbas ediyor; zalimi mazlum, mazlumları haksız gösteriyor.
‘Siz insan değilsiniz ki hakkınız olsun’ şeklindeki düpedüz şeytani sapkınlık, arkasına silah ve para gücünü de alarak kendisi gibi inanmayan, kendisi gibi düşünmeyen veya kendisine köle olmayı reddeden herkesi, her milleti, her coğrafyayı yakıp yıkmaktadır. Bu anlayış, insan haklarını değil, ancak ve ancak kölelik kurallarının evrensel ilkelerini kabul etmekte veya dayatmaktadır. Bugün yaşanan haksızlık ve zulümler de budur, bu yüzdendir. Akılalmaz boyutlara ulaşan şiddet, kurumsal, örgütlü gücüne dayanarak bütün dünyayı, daha doğmamış çocukları bile tehdit etmekte, başta BM olmak üzere, küresel hak, hukuk ve barış örgütleri, bütün bu olup bitenlere seyirci kalmakta, hatta artık katliamlar da dâhil, doğrudan zalimlerin zulmüne ortak olmakta, destek vermektedir.
Eğitim-Bir-Sen olarak, insan haklarını, hiçbir hesap veya çıkar için gasbedilemez, pazarlığı yapılamaz, dokunulmaz bir değer olarak görüyoruz. İnsan Hakları Günü’nün, insanların ölmediği, annelerin çocuksuz, çocukların yetim ve öksüz kalmadığı, gözyaşının dindiği, sürgünlerin, soykırımların, zulümlerin yaşanmadığı, emekçilerin alın terinin karşılığını tam olarak aldığı, gelir dağılımının adil paylaşım esasına göre yapıldığı bir dönemin başlangıcı olmasını temenni ediyoruz.